9 Mart 2014 Pazar

EkoPsikoloji


Kışı yaşamadan bahar geldi. Yeterince üşümedik. Hava karla toprak yağmurla yenilenip beslenmeden doğa bahar vakti dedi. Dünya ikliminde önemli olumsuz değişimlerin yaşanması yeni değil ancak bu kış doğadaki dengenin fazlasıyla bozulduğu herkesçe anlaşıldı. Peki insanın küresel ısınmada, doğamızın değişmesinde, bozulmasında, kirlenmesinde  suçu  var mı? Ya da günümüz insanının kendini mutsuz, yalnız, stresli hissetmesinde doğadan kopmasının, doğaya yabancılaşmasının rolü var mı? Ekolojik değişimler mi insanı etkiler insan mı ekolojik değişikliklere neden olur? Bu ve benzer soruların cevabını araştıran Ekopsikoloji  insan ve doğanın güçlü ilişkisini karşılıklı etkileşimi ile ele alıyor. Ekoloji ve psikoloji gibi iki önemli bilimin birleşiminden doğan Ekopsikolojinin hedefi insanda başlangıçta varolan ancak zamanla kaybettiği ana rahmi huzurunu bulacağı doğaya dönüşümünün bilgisini uyandırmak, kendi öz yurdu doğadan kopan insanın yabancılaşmasını iyileştirmek, insanın doğuştan sahip olduğu(ekolojik bilinçdışında)doğa ve insan bağını güçlendirmektir.


Ekopsikolojiye kısa bir ara verip günümüz modern insanının doğadan kopma serüvenine şöyle bir bakalım.

·         Doğadan giderek uzaklaşan insan önce yaşam alanlarını değiştirdi. Kerpiç, taş, toprak, tahta evlerini terk ederek betondan kutular içinde kimseyi tanımadığı apartmanlarda yaşamayı seçti. Evlerimizin ruhumuzun aynası olduğu bilgisini unutarak evini kimyasal boyalı halılar, sentetik duvar boyaları, nefes almayan pencereler , zehir saçan teknolojik aletler anısı, manası, bereketi olmayan pek çok aksesuarla süsledi.

·         Ardından  doğa içinde birlikte yaşadığı hayvanlardan uzaklaştı. Evreni paylaştığı hayvanları sadece belgesellerde, hayvanat bahçelerinde görecek hale geldi. Dahası bu hayvanlardan korkmak, kokularından ya da görüntülerinden tiksinmek gibi bir yabancılaşma içine girdi.

·        Bir başka kopma toprak ve bitkilerle yaşandı. Kalabalık beton yığınlarından oluşan şehirlerde göstermelik yeşil alanlarda, hafta sonu gidebildiği az sayıda ormanda ya da evinde yetiştirdiği küçük saksılarla toprağa ve bitkiye özlemini gidermeye çalıştı.

·         Modern şehirli insan, beslenirken sadece mideyi doldurdu beslenme nimet ilişkisini, ruhuda doyurması gerektiğini unuttu. Üretimi tohumdan gübreye sorunlu, katkılı organik olmayan sebze ve meyveleri bütün gün kapalı ve floresan ışıkları altında beklemiş marketlerden edindi. Et, süt,yumurta, balık, bal gibi hayvansal ürünleri tüketirken üretiminde bu hayvanlara yapılan eziyetler ve bu eziyetler sonucunda acı çekmiş, ruhları hastalanmış canlılardan olmasını normal gördü.

·        Kendini güzelleştirmek için zararlı kozmetikler, kimyasallı giysiler seçerken evini temizlemek için kendisine zarar veren doğayı ise kirleten temizlik malzemeleri (çamaşır suları, yağ ve kireç çözücüler,yumuşatıcılar v.s.) seçti.

Tüm bunlar günümüz insanın doğadan uzaklaşmakla kalmayıp doğaya  zarar vermeye başladığını da gösteriyor. Ekopsikoloji  bu durumun  kendi ruhsal dünyamıza da zarar verdiğini, özellikle kalabalık şehirlerde görülen ve stresin artmasıyla ilişkili olan depresyon, anksiyete, panik atak gibi psikolojik sorunların temel nedeninin doğadan kopmuş yaşantılarımız ve  doğaya karşı acımasız tavrımız olduğunu söylüyor. Ekopsikoloji bu konudaki görüşlerini ayrıca antropolog Desmond Morris in 1980 yılında yayınlanmış ’İnsanat Bahçesi’ isimli kitabındaki bilgiler ışığında da yineliyor. Morris  kitabında doğal yaşamlarından koparılıp hayvanat bahçesine konan sağlıklı vahşi hayvanlarda zaman içerisinde kanser, ülser, depresyon, kolesterol, ,tansiyon , dolaşım bozuklukları gibi bazı sağlık sorunları  olduğunu söylüyor. Ve doğadan uzaklaşan hayvanların başına gelen bu durumun insanlar içinde geçerli olduğunu vurguluyor.

Ekopsikoloji insanın hava, su, toprak, diğer canlılar, gelecek nesiller ve kendi ruhsal dünyası için doğaya ve doğala dönüşünü en kısa zamanda yapması gerektiğinin altını çiziyor. Ayrıca insanın hem  sağlıklı fiziksel ve  psikolojik yapısı  hem ekolojik yaşanabilir dünya için tabiatla tekrar bütünleşmesinin yollarını  öneriyor.

Türkiye de pek bilinmeyen ekopsikoloji dünyanın pek çok ülkesinde önemli araştırmacılar ve halk tarafından oldukça ilgi görüyor.Bu alanda çalışan ekopsikologlar şehirin insanlara bencilliği öğrettiğini hayat hiyerarşisinde insanin kendini ruhu olan tek canlı olarak en tepede  gördüğünü  ve diğer tüm canlıları kendisine hizmet  için yaratılmışlar olarak algıladıklarını belirtiyor. Oysa doğanın ritminden ve öğretilerinden uzaklaşarak kendi köklerini kesen insan ayrıca maddi ve ruhsal anlamda kendisini besleyen ekosisteme  zarar verirken şiddetli bir yalnızlık ve boşluk duygusuyla baş başa kalıyor.

Ekopsikologlar mutluluğu şehirde, zenginlikte,teknolojide, tüketimde aramanın bir kriz olduğunu bundan kurtulmanın ise ancak hep daha fazlasını istemekten vazgeçerek doğanın döngüsüne uyumlu yaşayarak mümkün olduğunu söylüyorlar. Ekopsikologların önemli bir çoğunluğu terapilerini doğanın içinde, açık alanlarda, ormanlarda, kamplarda gerçekleştiriyor.  Bir kısmı ise doğal dekorlara sahip  ve doğaya ait özel aksesuarların olduğu ofislerinde yapıyorlar.


Ekopsikolojinin 8 özelliği

"Dünyanın Sesi" isimli kitabında Theodore Roszak, Ekopisikolojiyi sekiz özelliği ile şöyle özetliyor:

  • Zihnin temelinde ekolojik bilinçdışı yatar; yani her insan doğuştan doğaya dair bir bilince sahiptir.
  •  Ekolojik bilinçdışının içeriğinde, kozmik evrimin, tarihin ilk zamanlarına kadar uzanan kaydı bulunur.
  • Ekopsikolojinin amacı, insanın ekolojik bilinçdışında bulunan ve doğuştan sahip olduğu, doğa ve insanın karşılıklı ilişkisine dair bilgiyi uyandırmaktır.
  • İnsan gelişiminin hayati aşaması çocukluk dönemidir. Ekopsikoloji çocuğun henüz unutmadığı çevresel bilinci yetişkinlerde de uyandırmayı amaçlar. Çocukta bu bilincin gelişmesi içinse doğayla ilgili hikâyeler, masallar, ninniler çok önemlidir.
  • Ekolojik egonun gelişmesiyle insan, doğaya ve diğer insanlara karşı ahlaki bir sorumluluk duygusuna sahip olur. Ekopsikoloji bu sorumluluk duygusunun sosyal ilişkilerde ve politik kararlarda söz sahibi olmasını amaçlar.
  • Ekopsikolojinin en önemli terapilerinden birisi, doğayı bir yabancı gibi gören ve ona hükmetmeye çalışan, politik gücün de kaynağı olan "eril" karakter özelliklerini yeniden ele almak ve düzeltmektir.
  • Ekopsikoloji sanayi kültürünün yıkıcılığını sorgular. Ancak bunu yaparken hayatımızı kolaylaştıran teknolojiye karşı değildir. Bu anlamda ekopsikoloji antı-endüstriyel değil, post-endüstriyeldir.
  • Dünyanın ve kişinin iyiliği arasında "sinerjik" bir etkileşim vardır. Bu yüzden dünyanın ihtiyaçları insanın da ihtiyaçlarıdır; insanın hakları, dünyanın da haklarıdır.

 Geç olmadan hem kendimiz ve sonraki kuşaklar için hem de sağlıklı ekolojik bir dünya için uyuştuğumuz bu ruh halinden uyanmamız umuduyla..

2 Mart 2014 Pazar

Zor Bir Hamilelik



Yeniden anne oluyorum.Kızım olacak. Her şey ne kadar güzel çok mutluyum. Ama o da ne bir garip hamilelik bu. İlk hamileliğimde sürekli uyumak istemek dışında hayatımda pek bir değişiklik olmamış kendimi doğum yapacağım ana kadar çok hafif çok rahat ve özgür hissetmiştim. Ancak hamileliğimin 9.haftasından beri çok ciddi yorgunluk, dayanılmaz düzeyde mide bulantıları yaşıyorum. Özellikle sabahları uyanır uyanmaz başlayan bulantıları çubuk kraker ve leblebi ile kısa süreliğine bastırabiliyorum. Su ve çay gibi sıvı içecekler bulantımı arttırıyor kokulardan inanılmaz rahatsız oluyorum. Doktorum önümüzdeki birkaç hafta daha böyle süreceğini eğer istersem ilaç yazabileceğini söylese de ben bulantılarımı leblebi ve çubuk krakerle bastırarak bu zorlu bir kaç haftayı atlatmayı planlıyorum.
Bu arada ailemden ve arkadaşlarımdan ikinci hamilelik şikayetlerimi bebeğimin cinsiyetine bağlayanlar oldu. Yaşadıklarım toplumda hamilelikte bebeğin cinsiyetinin annenin yüzüne, karın şekline, bedensel şikayetlerine etkisi olduğuna  dair ne kadar çok yanlış bilgilerle dolu olduğunu gösterdi. Bu yanlış bilgilerin hiçbir bilimsel temeli olmadığı gibi internette rastladığım bazı bilimsel çalışmalar bambaşka şeylerden bahsediyordu. Örneğin bazı çalışmalar özellikle annelerdeki bulantı başta olmak üzere bedensel şikayetlerinin birçoğunun psikolojik olduğunu söylüyordu. Evet bende pek çok kadının hamilelik sürecini eşleri ve aileleri için  abartılı istekler ve aşırı ilgi bekleyen tavırlarla kabusa çevirdiklerini kabul ediyordum. Ancak mide bulantılarım gerçekten psikolojik olabilir miydi?  Elbette insanın ruh halinin bedenine olumlu ve olumsuz yansımaları vardı. Ama bir psikolog olarak durup düşündüğümde , hamileliklerim arasındaki duygusal durumumu, gebelik planlarımın düşünsel ve bedensel hazırlıklarını, çevresel faktörleri hiçbir fark göremiyordum. Yani şikayetlerim psikolojik kökenli değildi.  Bundan emindim. 15. Haftadan itibaren bulantı şikayetlerim azalarak kayboldu. Ancak hemen ardından  yeni şikayetlerim olmaya başladı. Sırt ağrılarım, aşırı yorgunluk hislerim bu hamileliğimin zorlu geçmeye devam edeceğinin işaretleri oldu. Neredeyse 30. haftaya kadar devam eden fiziksel şikayetlerim uyku düzenimi bozdu ve aktivitelerimi sınırladı. Hatta yürüyüşlerimi bu şikayetlerim nedeniyle hep kısa tutmak zorunda kaldım. Ancak hamileliğimin 33. haftasına  girdiğim şu günlerde işim nedeniyle Azad Taha'dan uzak, ev işlerinden uzak günler geçiriyom. Kızım gelmeden oğlumla baş başa geçireceğimiz bu son haftaları ayrı geçirmemiz beni duygusal olarak olumsuz etkilese de fiziksel şikayetlerimi tamamen azalttı. Yani oğlumdan uzak geçen bu günler  aynı zamanda beni yormayan, enerji gerektirmeyen günler olduğu için bedenim adeta dinlenmiş oldu şikayetlerim yok oldu. Başlangıçtaki bulantılarımın nedenini ve çözümünü bulamamış olsamda bel ağrısı ve yorgunluk şikayetlerimin kaynağının Azad Taha ile ilgilenmek, onunla oynamak, gece onun için kalkmak, ev işleri gibi enerji gerektiren şeyler çözümünün ise bol bol dinlenmek olduğunu anlamış oldum.  Son olarak her bebeğin farklı gelişmesi olduğu gibi her hamileliğinde kendine özgü kolaylıkları ve zorlukları olduğunu deneyimlemiş oldum.